|
|
 |
CİHAD NEDİR ?
Çalışmak, uğraşmak, çabalamak, gayret sarfetmek İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir Daha açık bir ifade ile Allah (cc) tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir İnsanın maddî-manevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk'ın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması "cihad"dır İslâm'da cihad farzdır Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor: "Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı" (el-Bakara, 2/216) "Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın " (el-Bakara, 2/193) "Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kişilerle savaşınız" (et-Tevbe, 9/29); "Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşınız " (et-Tevbe, 9/36) Hz Peygamber (sas)'de "Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır" (Ebû Davûd, el-Cihad, 33) buyurmuştur Yalnız, bu farz bazı hallerde farz-ı ayın; bazı hallerde ise farz-ı kifayedir Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gayesini gerçekleştirebiliyor, müslümanların yurt, mal, ırz, namus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o taktirde cihad farz-ı kifaye olmuş olur ve diğer müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar Şayet fert fert gücü yeten her müslümanın düşmana karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın olur; herkesin bizzat cihâd etmesi icab eder Cihâdın gayesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir İslâm'da savaş, intikam, öldürme yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil: bunları ortadan kaldırmak için yapılır Müslüman olmayanları zorla İslâm'a sokmak yoktur Cihad'dan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslâm'ın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla müslüman olabilecekleri onamları hazırlamaktır İslâm'ın gayesi toprak ele geçirmek değildir O yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez İslâm bütün dünyanın saadet ve refahını düşünür Bütün insanlığa, kendisinin beşeri sistemlerden ve diğer dinlerden daha üstün âlemşumül bir din olduğunu göstermek ister Bu yüce maksadı gerçekleştirmek için müslümanların bütün güçlerini seferber eder İşte bu bitmeyen cehd ve uğraşmaya, büyük bir enerji ile çalışma işine ve meşrû bütün yollara başvurma gayretine cihad denir Yeryüzünde zorbalar, batılın ve fitnenin devamını isteyenler, şirk ve müşrikler ile küfür sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları kötülüklerine karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir Bu bakımdan cihadın İslâm'da önemli bir yeri vardır Hz Peygamber'e, hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, "İman ve Allah yolunda cihad'dır" (Tecrîd-î Sarîh Tercümesi, VII, 445), buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihadla varlığını sürdüreceğine işaret etmişlerdir Ayrıca Allah yolunda savaşanları, gazilik ve şehitlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük nimetler ve dereceler bulunduğunu haber veren birçok ayet ve hadis vardır Müslümanlar savaşı istemezler Ama savaş vukû bulunca sabır ve metanetle savaşırlar Zira Hz Peygamber (sas): "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz Fakat düşmanla karşı karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz " (Buharî, Cihad, 112, 156, Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud, Cihad, 89) buyurmuştur Müslümanlar savaş anında Allah'a güvenir ve Allah'ın kendileriyle beraber olduğunu bilirler Onun şu buyruğunu hiç akıllarından çıkarmazlar "Ey peygamber; sana da sana tâbi olan müminlere de Allah yeter " (el-Enfâl, 8/64) İslâmiyet'e göre cihad, bize harp açanlara (el-Bakara, 2/190) verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara (et-Tevbe, 9/12-13), Allah'a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı (et-Tevbe, 9/29), yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak (el-Bakara 2/19) gayesi ile meşrû kılınmıştır Müslümanlar savaş için düşman memleketine girip bir şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman, önce onları İslâm'a davet ederler Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar Şayet İslâm'ı kabul etmezlerse İslâm devletine cizye vergisi vermesini isterler Verirlerse mal ve can güvenliğini elde ederler Bunu da kabul etmezlerse geriye savaşmak kalır Bu durumda cihad için şu şartlar gerekir: a- Düşman, İslam'a girmeleri için yapılan çağrıyı yahut cizye vermeyi reddetmiş olmalıdır b- Müslümanlarla düşman arasında herhangi bir anlaşma sözkonusu olmamaktır c- Müslümanlarda cihad için gerekli askerî güç siyasî otorite bulunmalıdır Bütün bu hususlar bir araya geldiğinde cihadın farziyeti gerçekleşir O zaman düşmanla yapılacak savaşta şehirler yakılabilir, insanlar öldürülebilir ve düşmanın savaş gücü her şekilde zayıflatılmaya çalışılır Yalnız kadın, çocuk, kötürüm, yaşlı ve körler öldürülmez Barış, İslam devleti için uygun olduğu zaman yapılabilir Düşmana hiç bir şekilde silâh vb savunma vasıtası satılamaz Bir müslüman topluluğu kâfirlere emân verirse, bunlarla, yeryüzünde fesat çıkarma ve İslâm'a saldırma durumu hariç, savaşılmaz Cihad, bizzat sıcak bir savaş olacağı gibi normal şartlarda mal, dil ve kalple de yapılabilir Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: Müminler Allah ve Rasûlüne iman ederler, sonra da şüpheye düşmezler Hak yolunda malları ve canları ile cihad ederler İşte sadakat sahibi kimseler bunlardır" (el-Hucûrât, 49/15) Hz Peygamber (sas) ise: "Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz" Allah benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun Sonra bunları bir nesil takip eder Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar Bunlarla eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile mücadele eden mümindir kalbi ile mücahede eden mümindir Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur" (Müslim, İman 20); "Şüphesiz ki mümin kılıcı ve dili ile cihad eder" (İbn Hanbel, VI, 387), buyurmuşlardır İslâmiyet'in ilk devrelerinde müminlere İslâm düşmanlarına karşı yumuşak davranmaları, eziyetlerine katlanmaları müdafaa kasdıyla da olsa karşılık vermemeleri; sadece öğüt vererek İslâm'a davet yolunu takip etmeleri emredilmiştir Bir ayet-i kerimede, "Siz, şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoş görün Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir" (el-Bakara, 2/109) buyurulmuştur Çünkü o zaman müslümanlar sayı ve imkân bakımından son derece zayıftı Düşmana karşı koyacak güçleri yoktu Müslümanların adedi ve kuvveti biraz daha çoğalınca kendilerine ve akidelerine karşı direnenlerle savaşmalarına izin verildi Müslümanlar büsbütün güçlenip düşmanları mağlup edecek seviyeye gelince de cihad müsaadesi verildi " Artık saldırıya uğrayan müminlere zulme uğratıldıkları için cihad etme izni verildi " (el-Hacc, 22/39) Bu izin Medine döneminde olmuştur Ayrıca Allah Teâlâ'nın " Allah uğrunda gereği gibi cihad edin" (el-Hacc, 22/79), buyruğuyla, müslümanların nasıl davranması gerektiği belirlenmiştir " Müminler ancak Allah'a ve Peygamberine iman eden, sonra şüpheye düşmeyen; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerdir İşte onlar doğru olanlardır " (el Hucurât, 49/15) ayetinden de cihadın mal ve canla yapılacağını öğreniyoruz Cihad konusundaki diğer ayet ve hadisler de göz önüne alındığında, cihadın başlıca şu çeşitlere ayrıldığını görürüz: 1- Nefs'e Karşı Cihad Şüphesiz en güç cihad, insanın nefsiyle ve nefsinin arzularına karşı yaptığı cihaddır Müslüman, gerçek cihadı nefsine karşı verir Nefsine karşı cihadı kazanamayan, düşmanın karşısına çıkmak için kendisinde güç ve cesaret bulamaz Hz Peygamber Tebük seferinden dönüşte ashabına şöyle buyurmuştu: " Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" (Adûnî, Keşfu'l-Hafâ', I, 425) Bu hadisinde Hz Peygamber, en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük seferini "küçük cihad" olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek mücadeleyi "büyük cihad" olarak nitelendirmektedir " Hakiki mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir" (Tirmizî, Cihad, 2) hadîsi de aynı manayı ifade etmektedir Aynı meâlde başka hadis-i şerifler de vardır Bütün bunlar bize, insanın nefsi ile, nefsinin boş ve mânâsız, hatta gayr-ı meşrû istekleri ile mücadele etmesinin cihad olarak değerlendirildiğini göstermektedir 2- İlim İle Cihad Cihad'ın başka bir çeşidi de ilim ile yapılan cihaddır Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir Hakk'a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir Bilginin ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra ettiği tesiri silâh gücü ile temin etmek mümkün değildir Onun için şöyle buyurulmuştur: "Ey Muhammed! İnsanları Rabbi'nin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir O, doğru yolda olanları da en iyi bilir " (en-Nahl 16/125) Temeli ilim yoluyla tebliğ ve davete dayanan İslâmiyette, bu tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır Bu usûle "Kur'an ile cihad" da denilir En güzel mücadele şekli Kur'an'ın mücadele şeklidir Bunun için Cenâb-ı Hak: "Sen kâfirlere uyma, uyanlara karşı Kur'an ile büyük bir cihadla cihad et" (el-Furkan, 25/52) buyurmuştur Ayet-i kerimede Kur'an ile cihadın "büyük cihad" olarak belirtilmesi, Kur'an'ın ilim ile cihad konusuna ne kadar önem verdiğini göstermektedir Hak ve hakikatı, en tehlikeli zamanda bile, hiç bir şeyden korkmadan ve çekinmeden olduğu gibi söylemek de bir çeşit cihaddır Rasûlullah (sas) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır " (İbn Mâce, Fiten, 4011) 3- Mal İle Cihad Mal ile cihad, Allah Teâla'nın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin yine Allah (cc) yolunda harcanması demektir Bilindiği gibi dünyada her iş para ile yapılmaktadır Hakkın korunması ve zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır Bunun için mal ile cihadın önemi büyüktür Müslümanların, İslâm'ın yücelmesi hakkın muzaffer olması için her türlü mal, servet ve paralarını bu yolda fedâ etmeleri mal ile cihaddır Hz Peygamber'in, mal ile cihad hususundaki teşvik edici sözleri ashabı kiramı harekete geçirmiş ve kendileri yoksulluk içinde sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farizasını edâ edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasûlullah'a vermişlerdir Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de de pek çok ayeti kerîme vardır Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "İman edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden, (mücâhidlere) yer veren ve yardım edenlerin hepsi birbirinin vekilidir " (el-Enfal, 8/72) "Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşın Bilseniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır " (et-Tevbe, 9/41) "Allah, mallarıyla, canlarıyla mücadele edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır " (en-Nisâ, 4/95) 4- Savaşarak Cihad Yapmak Cihad, müslümanlara farıdır Her müslümanın nefsi ile, ilim ve malı ile sürekli cihad yapması, böylece dinin korunması, Hakk'ın galip kılınması için çalışması gerekir Bazen "İ'lây-ı kelimetullah" yani Allah adının yüceltilmesi dinin korunup yayılması içinde elde silâh düşmanla savaşmak icab edebilir Bu en büyük cihaddır ve müslümanlara farzdır Hattâ cihad denildiği zaman ilk akla gelen husus, düşmanla sıcak savaşa girmektir Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Sizinle savaşanlarla; Allah yolunda siz de savaşın Fakat haksız yere saldırmayın" (el-Bakara, 2/190) Bu ilâhi emir Allah yolunda, İslâm uğrunda savaşmanın ve İslâm yurdunu düşmana karşı korumanın cihad olduğunu bize ifade etmektedir Hz Peygamber (sas) de bir hadis-i şeriflerinde; ganimet elde etmek, şan ve şöhrete ulaşmak, mevki ve makam elde etmek için yapılan savaşın cihad olmadığını, cihadın, Allah (cc)'ın adının yüceltilmesi (İ'lây-ı kelimetullah) için yapılan savaş olduğunu haber vermiştir Çağımızda bir takım gruplar her ne kadar savaşsız bir dünyanın özlemini dile getirmekte ve bunun için açık veya gizli savaş aleyhtarı faaliyetler sürdürmekte iseler de, bu hiç bir zaman, binlerce yıldan beri devam eden gerçeği değiştirmeyecek ve savaşlar sürüp gidecektir Cenâb-ı Hak bu değişmez gerçeği aşağıdaki ayet-i kerîmede bize haber vermiştir: "Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı Hoşunuza gitmeyen bir Şey, hakkınızda hayırlı olabilir Hoşunuza giden bir şey de, hakkınızda kötü olabilir Bunları Allah bilir, siz bilemezsiniz " (el-Bakara, 2/216) "Savaşan, ancak kendi öz canı için savaşmış olur Allah hiç bir şeye muhtaç değildir " (el-Ankebut, 29/6) İslâm dini müslümanlara şerefli bir hayat yaşatmayı hedef edinmiştir Bu sebeple bu dinin emrettiği savaş, savunma savaşı, zâlimlerden mazlumları kurtarma savaşı, her yere adalet götürme savaşı ve müslümanların haysiyetini koruma savaşıdır Kur'an-ı Kerîm'de: "Kendilerine karşı savaş ilân olunduğunda zulme uğrayanlara cihad etmeleri için izin verildi Hak Teâlâ onlara yardıma hakkıyla kadirdir" (el-Hac, 22/39) buyurulup meşrû savunma savaşına izin verilirken her an savaşa hazır olmak da emredilmiştir Savaşın önemini ısrarla belirten İslâm dini ve onun yüce kitabı, barışın da gereğine işaret etmekte, barış teklifi düşmandan geldiği takdirde taviz vermeden teklifin yerine getirilmesini istemektedir: " Eğer onlar barış isterlerse sen de onu kabul et Allah'a güven ve dayan" "Her şeyi işiten, herşeyi hakkıyla gören O'dur Onlar seni aldatmak isterlerse, şunu kesin olarak bil ki, Allah sana yeter Seni,yardımlarıyla ve müminlerle destekleyen O'dur" (el-Enfâl, 8/63) İslâm, müslümanlara yapılan tecavüzlerin hiç birinin karşılıksız bırakılmamasını istemektedir: "O halde, size karşı tecavüz edenlere siz de aynıyla mukabele edin " (el-Bakara, 2/194) Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar müslümanların cihada devam etmelerini isteyen İslâm, savaş hukukunu da en güzel şekilde tanzim etmiştir Allah Teâlâ'nın: " Andlaşma yaptığınızda Allah'ın ahdini (andlaşma hükümlerini) yerine getirin" (en-Nahl, 16/91) "Haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez" (el-Bakara, 2/190) buyurması; Peygamber Efendimiz'in cephe gerisinde bulunan kadın, çocuk, ihtiyar ve din adamlarının öldürülmemesini, savaşçılara işkence edilmemesini çapulculuk yapılmamasını istemesi, İslâm savaş hukukunun temel kuralları olmuştur Dinimizin müslümanlara farz kıldığı cihadın fazileti ve bu emri yerine getirenlerin Allah katında ulaşacakları yücelikler Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber verilmektedir: "Allah Teâlâ, Cennet'e karşılık müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı Onlar Allah yolunda savaşırlar Savaş meydanında şehît ve gazi olurlar Allah'ın bu öyle bir vâdidir ki, Tevrat'ta da, İncil'de de, Kur'an'da da sabittir Kim Allah'tan daha çok vadini yerine getirir? Yaptığınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin İşte büyük kurtuluş budur" (et-Tevbe, 9/111) "Ey mü'minler! Sizi çetin bir azabdan kurtaracak bir ticaret yolu göstereyim mi? O da şudur: Allah'a ve Rasûlüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşırsınız Bir bilseniz bu iş sizin için ne kadar hayırlıdır Bu takdirde Allah sizin günahlarınızı mağfiret eder, altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki hoş konutlara koyar İşte büyük kurtuluş budur" (es-Saf, 6/10-12) Cihadın fazileti hakkında Hz Peygamber (sas) de şöyle buyurur: "Rasûlullah'a: "-hangi iş daha hayırlıdır?" diye soruldu " Allah'a ve Peygamberine iman etmektir " dedi "-Sonra hangisi faziletlidir, denildi: Allah yolunda cihaddır" cevabım verdi sonra "hangisidir?" sorusuna karşı da: "-Makbûl olan hac'dır, " buyurdu" (Buhâri, İman, 18) Abdullah b Mes'ud şöyle anlatıyor: "Rasûlullah'a: -Yâ Rasûlallah, Allah katında hangi iş daha sevimlidir? diye sordum -Vaktinde kılınan namazdır, dedi -Sonra hangisidir? dedim -Anne ve babana iyilik etmendir, buyurdu Sonra hangisidir? sorusuna da: -Allah yolunda cihaddır, cevabını verdi" (Buhârî, Cihad, 1) Ebû Zerr (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: "-Ya Rasûlallah, hangi amel daha faziletlidir?" dedim "Allah'a iman etmek ve onun yolunda savaşmaktır" buyurdu (Riyâzü's-Sâlihîn, II, 531) Bir adam Peygamberimiz (sas)'e geldi ve: "-İnsanların hangisi efdaldir?" diye sordu Rasûlullah: "-Allah yolunda malı ve canı ile cihad eden mümin kişidir" buyurdu (Buhârî, Cihad, 2) Elde silâh, din ve İslâm diyarı uğrunda hudut boylarında nöbet beklemenin asil bir görev olduğunu ve bunun Allah Teâlâ'yı ziyadesiyle memnun ettiğini bildiren Peygamberimiz (sas) şöyle buyurmuştur: "Hudut ve İslâm diyarının muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (nafile olarak) gündüz oruç tutup gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır" (Müslim, İmâre,163; Tirmizî, Cihad 2) "İki çeşit gözü, Cehennem ateşi yakmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz " (Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad, 12) Görüldüğü gibi cihad ilâhi bir emir olup kadın erkek bütün müslümanlara farzdır Bu farzı yerine getirenler Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazanacak ve ahirette yüce mertebelere ulaşacaklardır Cenâb-ı Hak: "Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) başlanıp beslenen atlar hazırlayın" (el-Enfâl, 8/60) buyurarak müslümanlara her zaman cihad için hazırlıklı olmalarını emretmiştir İşte bütün bu ayet ve hadislerin ışığında cihad, dünya ve dünya malı için olmayan, Kelîme-i Tevhîd'in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan kardeşliğin adıdır Cihad; insanları, kula kul olmaktan kurtarıp Allah'a kul etmeğe davet edişin ve bu uğurda çekilen sıkıntıların adıdır Cihad, insanları, sınıf, zümre, parti ve bütün beşeri hegemonyalardan kurtarıp Allah'ın hâkimiyeti altına gönül rızası ile davet etmenin adıdır Kinsiz, kansız ve mutlu bir İslâm toplumu oluşturmak için gösterilen ihlaslı hareketin adıdır Cihad, her ferdin, kendisini günahlardan arındırıp Allah'a istiğfar etmesi, Allah'a yönelmesi, Allah'a yönelen insanlardan oluşan bir dünya kurması ve bu dünyada kendisi ve insanlar için yalnız Allah'ın hâkimiyetini istemesi ve bunun için devamlı hareket halinde olmasıdır Cihad, eskiden yapılan ve pişmanlık duyulan bütün yanlış işlerin aksini yapma gücüdür Cihad, zimmete geçirilen bütün hakları geri iade edebilmektir Cihad, terkedilen hukukullahı telâfi etmektir Cihad, nefis ve bedendeki her türlü taklidi terk etmektir Rasûlullah (sas)'ın torunu Hz Hasan der ki: "Adam Allah uğrunda cihad eder Halbuki bir kılıç vurmamış bulunur Sonra Allah uğrunda cihadın hakkı da; hak ve ihlâsa yakın bulunması, haksızlıktan ve kötü niyetlerden gücü yettiği oranda kusur ve ilgisizlikten uzak bulunmasıdır" Cihad, insanları baskı ve zorlamadan korumak ve kurtarmaktır Zorlama ve baskı olmayan İslâm'a, insanları davet ederek Allah'ın adını yüceltmektir Cihad, herkesi, mensubu olduğu akîdeden zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın kabulü ve yayılışına engel olmak isteyen ve gücünün yettiğine baskı yapan hak düşmanlarının kovulması ve her türlü engelin kaldırılması ile, sağlam kalp ve dosdoğru düşünen bir akıl için belirlenmiş en güzel nizamı, yani İslâm'ı hâkim kılmaktır Cihad, Hz Peygamber (sas)'in yaşayıp tebliğ ettiği İslâm'a yapışarak Allah yolunda kendini ve malını feda etmiş, orta yolu seçmiş, aşırılıktan sakınmış ilâh olarak Allah'ı ve onun hâkimiyetini tanımış, İslâm'ı bütün dinlerin üstünde ve tamamlanmış tek din kabul ederek bu dini müdafaa ve yaşanılır kılmak için çalışmak demektir Bunun için İslâm'da mutlak surette, öldürme, intikam, din değiştirmeye zorlama yoktur Düşmanı yenmek, onun kuvvet ve gücünü bertaraf edip, dinde serbest olarak Allah'ın hükmüne tabi tutmaktır ki, işte Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad şekillerinden birisi de budur Cihad, ne bir savunma savaşı ne düşmana saldırıda bulunup onu imha etme savaşıdır Kıtal ve kan dökme değildir Yahut bir üstünlük ve egemenlik kurarak insanları boyunduruk altına alma savaşı da değildir İnsanlarla mücadele ve insanlar arası savaş ilişkilerini anlatan pek çok kelime varken, İslâm bu kelimeleri cihad kavramı yerine kullanmadı Meselâ, harp, kıtal, ezâ kelimeleri cihad kelimesinin yerini tutmamaktadır İslâm niçin eskiden Araplar'ın kullandığı harp vb gibi kelimeleri almadı da yepyeni bir ifade olan cihad tabirini aldı Bunun birinci sebebi, harp tabiri şahsi menfaatler, polemik oyunlar için ateşi sönmeyen, yangını çağlar boyu milletlerin, kabilelerin içinden çıkmayan kıtal anlamında kullanılmıştır Harplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur Harplerde fikir endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze çarpmaz Cihad Allah İçindir ve Allah Yolundadır İslâm'da cihad, hedefsiz, gayesiz bir savaş değildir İslâm'da cihad yalnız Allah yolunda olur Bu şart, cihaddan ayrılmaz İslâm'ın kendi hedeflerine varmak için niçin harp veya başka bir kelimeyi değil de; "cihad" kelimesini seçtiğini belirtirken, cihadın diğer kelimelerden farklı olduğunu ifade ettik Bu farklılığı sağlayan bir hususiyet de "Allah yolunda" ifadesinin ve kavramının cihad kelimesinin içinde bulunmasındandır "Allah yolunda" tabiri de İslâm'ın kendi mefkûresi için kullandığı terimler sözlüğünden bir terimdir Bu terimi de bir çok kişi yanlış anlamış, halkı İslâm inancına boyun eğdirip, İslâm'ı kabul ettirip bunun için zorlamak olduğu düşüncesini "Allah yolunda cihad" olarak düşünmüşlerdir Gerçekte, "Allah yolunda" terimi, İslâm kavramları içinde onların düşündüğünden çok geniş bir anlam belirtir "Allah yolunda cihad" batılıların anladığı manada kutsal bir savaş değildir İslâm nazarında, toplumun fayda ve mutluluğu için, geçici dünya arzusunda bulunmadan yapılan her hareket "Allah yolunda"dır Allah'ın sana verdiği malları geçici dünyalık faydalar umarak sarfedersen bu "Allah yolunda" olmak değildir Ama sırf Allah rızası için, bildiğin muhtaçlara yardım edersen şüphesiz ki bu "Allah yolunda" bir iştir İşte bu "Allah yolunda" terimi, yalnız İslâm'a mahsus; maddi menfaat ve arzulardan uzak, sırf Allah rızası umulan davranışlar için kullanılır Bunu yapan kimse bilir ki mümin kardeşlerinin saadeti için yaptığı her iş Allah rızası içindir Müminin geçici dünya hayatında istediği tek husus Allah Teâlâ'nın rızasını kazanmaktan başka bir şey değildir İşte yüce Allah, bu anlama işaret etmek için cihadı, "Allah yolunda" kaydıyla sınırlamıştır İslâm'ın istediği de budur Müslüman topluluk veya fert, batıl ve beşerî sistemleri yıkıp, yerine İslâm akîdesine dayalı bir sistemi getirirken, harcayacakları çabaları ve yapacakları her türlü fedakârlıkları, kişisel çıkarlardan, nefsânî arzulardan uzak tutmalıdır Bütün çırpınmalarının karşılığı olarak, hak ölçülerine uygun, adaletli bir sistemi getirmekten başka bir şey gözetmemelidirler Mümin, yaptığı şeylerin karşılığını bu dünyada beklemez Allah'ın kelâmını yüceltmek için, bu bitmeyen mücadelenin, dinmeyen savaşın karşılığında; mal, mülk, şan, şeref, rütbe, geçici dünyalık elde etme düşüncesi aklından geçmez "İnananlar Allah yolunda savaşırlar, küfredenler ise tâğût yolunda savaşırlar" (en-Nisâ, 4/76) Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah, ancak kendi rızası için olan cihadı kabul eder Nefsânî arzulardan, kavmiyetçi kinlerden, kabilecilik taassubundan kopan savaşı değil Yeryüzündeki her canlı, hayatını devam ettirmek için çırpınıp durur Fıtrî gayesine ulaşmak için gece gündüz demeyip çalışır fakat müslümanın çırpınış ve çalışması başka gayelere yöneliktir O, yani, İslâm'a inanıp, onun sistemine bağlanan kimse, her şeyden önce İslâm inkılâbının gayesi olan Hakkı getirmek için canla başla, malla Allah yolunda cihad eder Bütün gücüyle şer güçleri yıkmak, fitne ve fesat tohumlarının yeryüzünde yayılmasına engel olmak için çalışır "Fitne yok olup din ve hâkimiyet yalnız Allah'ın oluncaya kadar" cihad eder İşte İslâmî cihad budur Şâmil İA
DAVET VE CİHAD
"İslâm bir bütündür" sözünü sürekli tekrar eder durur ve bu bütünün bir parçasını alarak diğerini terk etmenin bektaşi metodu olduğunu hepimiz kabulleniriz Ancak ne hikmetse günümüzde İslâmi kesimden olanlar çoğunlukla İslâm'ın temel kaynaklarından sadece kendi konumlarıyla ilgili delilleri gündeme getirmekle yetiniyor, böylece kendi konumlarının İslâm'ın bizzat kendisi olduğu imajı oluşturma çabası içine giriyorlar Bu tutum kavramların da yerli yerine oturtulmasını engelliyor İslâm'da her amelin kendine göre hükmü ve yerine getirilmesinde aranacak şartlar vardır Mazereti olmayan birinin Ramazan'da oruç yemesi haram kılınırken bayramda da oruç tutmak yasaklanmıştır Mazereti olmadığı halde Ramazan'da oruç tutmayan biri kınanır ama bir başka ayda nafile oruç tutmadığından dolayı kimseyi kınama hakkımız yoktur Aynı şekilde bayram günleri dışında nafile oruç tutana da bir şey deme hakkımız olamaz Günümüzde bu kavram kargaşası yüzünden ve özellikle de bazı kesimlerin kendi tutumlarını İslâm'ın bizzat kendisi veya sunduğu tek metot olarak gösterme çabası içine girmelerinden dolayı başta Allah'ın mübarek kıldığını bildirdiği topraklardaki cihad olmak üzere çeşitli yörelerde yürütülen İslâmi mücadeleler, cihadlar mağdur edilmekte, töhmet altına sokulmaktadır Sanki İslâm "hoşgörü" diniymiş, savaşın İslâm'da yeri yokmuş veya günümüz şartlarında dünyanın her yerinde "hoşgörü"nün öne çıkarılması gerekliymiş gibi bir hava estirilmektedir İşin gerçeğinde İslâm bir hoşgörü dinidir Ama hak arayışında ve davetin önündeki engellerin kaldırılması mücadelesinde kuvvete başvurmak da Müslümanların haklarıdır Bugün İslâm coğrafyasına kene gibi yapışan sömürgeci güçler çıkarlarının tehlikeye girdiği anda hemen kuvvete başvurdukları ve göz kırpmadan insanları topluca katlettikleri halde onların bu tutumlarına karşı bir tepki gösterilmezken Müslümanların gasp edilmiş haklarını geri almak amacıyla kuvvete başvurmaları karşısında kimsenin bir şey söylemeye hakkı yoktur Yüce Allah davet konusunda şöyle buyurur: "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et" (Nahl, 16/125) Yine bir başka âyeti kerimede, Hz Musâ ile Hz Harun'a hitap olarak şu ifadeye yer verilir: "Firavun'a gidin Çünkü o gerçekten azdı Ona yumuşak söz söyleyin Umulur ki öğüt alır veya korkar" (Tâhâ, 20/43-44) Bu, İslâm'ın davet konusundaki metodudur İnsanları Allah'ın dinine çağırırken, onlara doğruları anlatmaya çalışırken, birbirimize öğüt verirken, kötülüklerin terk edilip iyiliklerin uygulamaya geçirilmesi için çalışırken başvurmamız gereken metot budur Ancak bu da kötülüğe hoş görüyle bakmak değil, insanları kötülükten uzaklaştırmada hoşgörülü davet ve tebliğ metodunu seçmektir Çünkü kötülüğü ya elle, ya dille değiştirmek gerektiği, bunu yapamayanın en azından kalben karşı çıkmak zorunda olduğu ve bunun imanın en zayıf derecesi olduğu Resulullah (sas) tarafından vurgulanmıştır Öte yandan Müslümanların küfür karşısında boyun eğmemeleri ve müşriklerin zorbalığı karşısında İslâm'ın yüceliğini korumak için çalışmaları konusunda Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlarla savaşın Sizde bir sertlik bulsunlar" (Tevbe, 9/123) Bugün Mescidi Aksa'nın altını oyarak onu yıkmaya çalışanlar, insanları sırf Allah'ın dinine inandıklarından ve vatanlarına sahip çıktıklarından dolayı ölüme ya da sürgüne mahkum edenler vs hakkında ise Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'a ve Peygamberine karşı savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya uğraşanların cezaları ya öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir Bu onlar için dünyada bir aşağılıktır; ahirette ise onlara büyük bir azap vardır" (Maide, 5/33)
CİHAD EMRİ
Arapça'da "cihâd" kelimesi; bir amaca ulaşabilmek için, kişinin elinden gelen her türlü çabayı sarfetmesi anlamına gelir "Kutsal savaş" ile eş anlamlı değildir Bundan daha geniş bir anlamı vardır ve her türlü çabayı içerir Savaş, cihadın bir bölümü veya yerine göre bir safhasıdır Dille, kalemle, malla veya bizzat savaşa katılarak Allah yolunda yapılan tüm mücadeleler, hatta kişinin; Allah'ın emirlerini yerine getirme hususunda kendi nefsiyle mücadelesi, ıstılah olarak cihâd kavramına girer "Emîr" ise, bir kavmin veya memleketin başı, reisi, genel vali ve ordu komutanı gibi anlamlara gelir Buna göre "cihâd emîri"; cihâdı başlatmak veya yönetmekle görevli kimse dernektir Duruma göre, devlet reisi bu işi yürütebileceği gibi, kendi yerine bir başkasını görevlendirmesi de mümkündür Bu durumda "veliyyü'l-emr=(devlet reisi)"nin, savaşta askeri sevk ve idare etmesi için ordunun başına tayin ettiği kimseye "cihâd emîri" denir (Maverdî, el-Ahkâmü's-Sultâniyye, 37; Ö N Bilmen, "Istılahatı Fıkhiyye Kamusu ", III, 341) Savaş için tayin edilen kumandanın makamına "İmâre ale'l-Cihâd = Cihâd Emîrliği" denir Cihâd emîrliği iki kısımdır; Biri "imâret-i hâssa (özel anlamda emîrlik)"tir ki, yalnızca orduyu idareye ve harp işlerini yönetmeye mahsustur Diğeri, "imâret-i âmme (genel emîrlik)"tir Savaşı idare, ganimet mallarını taksim, barış sözleşmesi imzalama gibi bütün cihâd işlerini kapsayan emirliktir (Mâverdî, age, 37; Ö NB age, III, 341) Harbe lüzum görülüp de bir ordu veya bir seriyye gönderileceği zaman "veliyyü'l-emr"in ilk yapacağı iş, bunların başlarına bir "emîr (komutan)" tayin etmektir Çünkü askeri sevk ve idare etmek, yönetimindekileri gözetmek, orduda birlik ve beraberliği sağlamak, gerekli hükümleri uygulamak için bir "emîr"e ihtiyaç vardır Zira her hâdisede devlet başkanına müracaat edilmesi bir takım zorlukları doğurabilir (Ö N Bilmen, age, III, 361) Savaş; cesaret, iyi bir sevk ve idare, ganimetleri taksim hususunda hakkı koruma, güvenilir olma, hesap ve yazı bilme gibi hasletlere dayanır Bu yüzden devlet başkanı; bu iki görevi (savaşı yönetme, ganimetleri taksim) bir şahsa verebileceği gibi, ayrı ayrı kimselere de verebilir Bu konuda ehliyet ve ihtisas aranır Şayet "veliyyü'l-emr", ganimetlerin taksimini "emîr-i harb (savaş emîri)" ile "emîr-i kısmet (ganimeti paylaştırma emîri)" olmak üzere, tayin edeceği iki şahsa verirse, bu hususta bunlardan herhangi biri yalnız başına hareket edemez; taksimi birlikte yapmaları icabeder "Cihâd emîrliği"ne tayin edilecek zatın; adil, iyi bir yönetici, savaş siyasetini bilen, harb usulüne âşinâ, helâl ve haramı tanıyan, şefkat ve cesaretle muttasıf tehlikeleri umursamaz bir şekilde atılmaktan sakınan biri olması gerekir Zira bu özellikleri taşımayan bir kimsenin, "emîr" tayin edilmesiyle umulan faydalar sağlanamaz Harbe kumandan tayin edilen zat, ordu içinde bulunma ihtimali olan casusları ve askerin maneviyatını bozacak zararlı davranışlarda bulunabilecek şahısları temizlemesi, orduyu teftiş ve kontrol etmekle meşgul olması icabeder "Emîr"in soy ve fikir bakımından kendi soy ve fikrinde olanlara kendi mezhebinde bulunanlara meyletmemesi, soy, fikir ve mezhepte ayrı olanlara sırt çevirmemesi: ufak tefek bazı hâdiselere gereğinden fazla önem verip işi büyütmek suretiyle ihtilaf ve ayrılıklara yol açmaması gerekir" (Mâverdi, age, 39) "Cihâd emîri", devlet başkanının vekilidir İslâm'da devlet başkanına itaat bir görev olduğu gibi; onun vekiline de itaat bir görevdir Hatta fertler, emîrin emrettiği veya yasakladığı şeylerin faydalı olup olmadıklarına bakmaksızın ona itaat etmeleri gerekir Çünkü bu şekilde içtihada dayanan hususlarda devlet başkanı veya vekiline itaat gereklidir Meselâ: Emîr, orduyu teşkil eden su taşıyıcıları, sağ cenah temsilcileri, sol cenah temsilcileri vb gruplara "hiç birinin harp halinde diğerine yardım için bulunduğu noktayı terketmemesini" tenbih edecek olursa, bu grupların yerlerinden kımıldamamaları gerekir İsterse bu gruplardan birinin düşman tarafından yenilgiye uğratılmasından endişe duyulsun (Ö N Bilmen, age, III, 362) "Emîr"in emrettiği veya yasakladığı şeylerin Allah'a karşı bir masiyet yahut helâk olmayı gerektiren, uygun olmayan bir davranış olduğu herkes tarafından kabul edilirse, bu takdirde kendisine itaat gerekmez Çünkü Yaratan'a karşı gelmeyi gerektiren hususlarda, yaratılana itaat edilmesi caiz değildir "Üstün, kanuna aykırı emirlerine uyulmaz" kuralı mâlûmdur Buna rağmen böyle masiyeti gerektiren bir emir veya yasaklama durumunda sabır ve tahammül gösterilir, isyandan kaçınılır Yukarda anılan durumlar, müslümanların, kendilerinden olan bir yönetici (veliyyü'l-emr) tarafından yönetildikleri dönemlere mahsustur Ülkeleri istilaya uğramış, başlarına tâğutlardan biri geçmiş olan müminlerin eli kolu bağlı oturmaları kendilerine yakışmaz Bu durumda da bir cihad emirinin başkanlığında cihad etmeleri üzerlerine farzdır Cihadı terketmeleri Allah'ın emirlerine karşı gelmek demektir Bu cihadın mutlaka silâhla yapılması da şart değildir Zamanı gelinceye kadar; dille, kalemle,malla, ve akla gelebilen her türlü vasıta ile yapılabilir Tâ ki müminler, aralarından kendilerine önderlik yapacak birini hazırlayıp, onun etrafında birlik olsunlar Böyle biri görev yüklenince de ona muhalefet etmek, yahut ona yardım etmemek cihadı terketmek demektir Normal zamanlarda devlet reisine itaat nasıl farz ise, bu durumda da müminlerin çevresinde birleştikleri "lider" yani cihad emirine itaat farzdır Halid ERBOĞA - Samil IA
CİHADIN ÇEŞİTLERİ
1- Nefs'e Karşı Cihad Şüphesiz en güç cihad, insanın nefsiyle ve nefsinin arzularına karşı yaptığı cihaddır Müslüman, gerçek cihadı nefsine karşı verir Nefsine karşı cihadı kazanamayan, düşmanın karşısına çıkmak için kendisinde güç ve cesaret bulamaz Hz Peygamber Tebük seferinden dönüşte ashabına şöyle buyurmuştu: " Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" (Adûnî, Keşfu'l-Hafâ', I, 425) Bu hadisinde Hz Peygamber, en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük seferini "küçük cihad" olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek mücadeleyi "büyük cihad" olarak nitelendirmektedir " Hakiki mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir" (Tirmizî, Cihad, 2) hadîsi de aynı manayı ifade etmektedir Aynı meâlde başka hadis-i şerifler de vardır Bütün bunlar bize, insanın nefsi ile, nefsinin boş ve mânâsız, hatta gayr-ı meşrû istekleri ile mücadele etmesinin cihad olarak değerlendirildığını göstermektedir 2- Ilim Ile Cihad Cihad'ın başka bir çeşidi de ilim ile yapılan cihaddır Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir Hakk'a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir Bilginin ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra ettiği tesiri silâh gücü ile temin etmek mümkün değildir Onun için şöyle buyurulmuştur: "Ey Muhammed! Insanları Rabbi'nin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir O, doğru yolda olanları da en iyi bilir " (en-Nahl 16/125) Temeli ilim yoluyla tebliğ ve davete dayanan Islâmiyette, bu tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır Bu usûle "Kur'an ile cihad" da denilir En güzel mücadele şekli Kur'an'ın mücadele şeklidir Bunun için Cenâb-ı Hak:"Sen kâfirlere uyma, uyanlara karşı Kur'an ile büyük bir cihadla cihad et" (el-Furkan, 25/52) buyurmuştur Ayet-i kerimede Kur'an ile cihadın "büyük cihad" olarak belirtilmesi, Kur'an'ın ilim ile cihad konusuna ne kadar önem verdiği göstermektedir Hak ve hakikatı, en tehlikeli zamanda bile, hiç bir şeyden korkmadan ve çekinmeden olduğu gibi söylemek de bir çeşit cihaddır Rasûlullah (sas) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır " (Ibn Mâce, Fiten, 4011) 3- Mal Ile Cihad Mal ile cihad, Allah Teâla'nın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin yine Allah (cc) yolunda harcanması demektir Bilindiği gibi dünyada her iş para ile yapılmaktadır Hakkın korunması ve zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır Bunun için mal ile cihadın önemi büyüktür Müslümanların, Islâm'ın yücelmesi hakkın muzaffer olması için her türlü mal, servet ve paralarını bu yolda fedâ etmeleri mal ile cihaddır Hz Peygamber'in, mal ile cihad hususundaki teşvik edici sözleri ashabı kiramı harekete geçirmiş ve kendileri yoksulluk içinde sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farızasını edâ edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasûlullah'a vermişlerdir Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de de pek çok ayeti kerîme vardır Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Iman edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden, (mücâhidlere) yer veren ve yardım edenlerin hepsi birbirinin vekilıdır " (el-Enfal, 8/72) "Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşın Bilseniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır " (et-Tevbe, 9/41) "Allah, mallarıyla, canlarıyla mücadele edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır " (en-Nisâ, 4/95) 4- Savaşarak Cihad Yapmak Cihad, müslümanlara farzdır Her müslümanın nefsi ile, ilim ve malı ile sürekli cihad yapması, böylece dinin korunması, Hakk'ın galip kılınması için çalışması gerekir Bazen "I'lây-ı kelimetullah" yani Allah adının yüceltilmesi dinin korunup yayılması içinde elde silâh düşmanla savaşmak icab edebilir Bu en büyük cihaddır ve müslümanlara farzdır Hattâ cihad denildiği zaman ilk akla gelen husus, düşmanla sıcak savaşa girmektir Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Sizinle savaşanlarla; Allah yolunda siz de savaşın Fakat haksız yere saldırmayın" (el-Bakara, 2/190) Bu ilâhi emir Allah yolunda, Islâm uğrunda savaşmanın ve Islâm yurdunu düşmana karşı korumanın cihad olduğunu bize ifade etmektedir Hz Peygamber (sas) de bir hadis-i şeriflerinde; ganimet elde etmek, şan ve şöhrete ulaşmak, mevki ve makam elde etmek için yapılan savaşın cihad olmadığını, cihadın, Allah (cc)'ın adının yüceltilmesi (I'lây-ı kelimetullah) için yapılan savaş olduğunu haber vermiştir Çağımızda bir takım gruplar her ne kadar savaşsız bir dünyanın özlemini dile getirmekte ve bunun için açık veya gizli savaş aleyhtarı faaliyetler sürdürmekte iseler de, bu hiç bir zaman, binlerce yıldan beri devam eden gerçeği değiştirmeyecek ve savaşlar sürüp gidecektir Cenâb-ı Hak bu değişmez gerçeği aşağıdaki ayet-i kerîmede bize haber vermiştir: "Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı Hoşunuza gitmeyen bir Şey, hakkınızda hayırlı olabilir Hoşunuza giden bir şey de, hakkınızda kötü olabilir Bunları Allah bilir, siz bilemezsiniz " (el-Bakara, 2/216) "Savaşan, ancak kendi öz canı için savaşmış olur Allah hiç bir şeye muhtaç değildir " (el-Ankebut, 29/6) Islâm dini müslümanlara şerefli bir hayat yaşatmayı hedef edinmiştir Bu sebeple bu dinin emrettiği savaş, savunma savaşı, zâlimlerden mazlumları kurtarma savaşı, her yere adalet götürme savaşı ve müslümanların haysiyetini koruma savaşıdır Kur'an-ı Kerîm'de: "Kendilerine karşı savaş ilân olunduğunda zulme uğrayanlara cihad etmeleri için izin verildi Hak Teâlâ onlara yardıma hakkıyla Kadirdir" (el-Hac, 22/39) buyurulup meşrû savunma savaşına izin verilirken her an savaşa hazır olmak da emredilmiştir Savaşın önemini ısrarla belirten Islâm dini ve onun yüce kitabı, barışın da gereğine işaret etmekte, barış teklifi düşmandan geldiği takdirde tavız vermeden teklifin yerine getirilmesini istemektedir: " Eğer onlar barış isterlerse sen de onu kabul et Allah'a güven ve dayan" "Her şeyi işiten, herşeyi hakkıyla gören O'dur Onlar seni aldatmak isterlerse, şunu kesin olarak bil ki, Allah sana yeter Seni,yardımlarıyla ve müminlerle destekleyen O'dur" (el-Enfâl, 8/63) Islâm, müslümanlara yapılan tecavüzlerin hiç birinin karşılıksız bırakılmamasını istemektedir: "O halde, size karşı tecavüz edenlere siz de aynıyla mukabele edin " (el-Bakara, 2/194) Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar müslümanların cihada devam etmelerini isteyen Islâm, savaş hukukunu da en güzel şekilde tanzim etmiştir Allah Teâlâ'nın: " Andlaşma yaptığınızda Allah'ın ahdini (andlaşma hükümlerini) yerine getirin" (en-Nahl, 16/91) "Haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez" (el-Bakara, 2/190) buyurması; Peygamber Efendimiz'in cephe gerisinde bulunan kadın, çocuk, ihtiyar ve din adamlarının öldürülmemesini, savaşçılara işkence edilmemesini çapulculuk yapılmamasını istemesi, Islâm savaş hukukunun temel kuralları olmuştur Dinimizin müslümanlara farz kıldığı cihadın fazileti ve bu emri yerine getirenlerin Allah katında ulaşacakları yücelikler Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber verilmektedir: "Allah Teâlâ, Cennet'e karşılık müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı Onlar Allah yolunda savaşırlar Savaş meydanında şehît ve gazı olurlar Allah'ın bu öyle bir vâdidir ki, Tevrat'ta da, Incil'de de, Kur'an'da da sabittir Kim Allah'tan daha çok vadıni yerine getirir? Yaptığınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin Işte büyük kurtuluş budur" (et-Tevbe, 9/111) "Ey mü'minler! Sizi çetin bir azabdan kurtaracak bir ticaret yolu göstereyim mi? O da şudur: Allah'a ve Rasûlüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşırsınız Bir bilseniz bu iş sizin için ne kadar hayırlıdır Bu takdirde Allah sizin günahlarınızı mağfiret eder, altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki hoş konutlara koyar Işte büyük kurtuluş budur" (es-Saf, 6/10-12) Cihadın fazileti hakkında Hz Peygamber (sas) de şöyle buyurur: "Rasûlullah'a: "-hangi iş daha hayırlıdır?" diye soruldu " Allah'a ve Peygamberine iman etmektir " dedi "-Sonra hangisi faziletlidir, denildi: Allah yolunda cihaddır" cevabını verdi sonra "hangisidir?" sorusuna karşı da: "-Makbûl olan hac'dır, " buyurdu" (Buhâri, Iman, 18) Abdullah b Mes'ud şöyle anlatıyor: "Rasûlullah'a: -Yâ Rasûlallah, Allah katında hangi iş daha sevimlidir? diye sordum -Vaktinde kılınan namazdır, dedi -Sonra hangisidir? dedim -Anne ve babana iyilik etmendir, buyurdu Sonra hangisidir? sorusuna da: -Allah yolunda cihaddır, cevabını verdi" (Buhârî, Cihad, 1) Ebû Zerr (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: "-Ya Rasûlallah, hangi amel daha faziletlıdır?" dedim "Allah'a iman etmek ve onun yolunda savaşmaktır" buyurdu (Riyâzü's-Sâlihîn, II, 531) Bir adam Peygamberimiz (sas)'e geldi ve: "-Insanların hangisi efdaldır?" diye sordu Rasûlullah: "-Allah yolunda malı ve canı ile cihad eden mümin kişidir" buyurdu (Buhârî, Cihad, 2) Elde silâh, din ve Islâm diyarı uğrunda hudut boylarında nöbet beklemenin asıl bir görev olduğunu ve bunun Allah Teâlâ'yı ziyadeşiyle memnun ettiğini bildiren Peygamberimiz (sas) şöyle buyurmuştur: "Hudut ve Islâm diyarının muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (nafile olarak) gündüz oruç tutup gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır" (Müslim, Imâre,163; Tirmizî, Cihad 2) "Iki çeşit gözü, Cehennem ateşi yakmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz " (Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad, 12) Görüldüğü gibi cihad ilâhi bir emir olup kadın erkek bütün müslümanlara farzdır Bu farzı yerine getirenler Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazanacak ve ahirette yüce mertebelere ulaşacaklardır Cenâb-ı Hak: "Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) başlanıp beslenen atlar hazırlayın" (el-Enfâl, 8/60) buyurarak müslümanlara her zaman cihad için hazırlıklı olmalarını emretmiştir Işte bütün bu ayet ve hadislerin ışığında cihad, dünya ve dünya malı için olmayan, Kelîme-i Tevhîd'in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan kardeşliğin adıdır Cihad; insanları, kula kul olmaktan kurtarıp Allah'a kul etmeğe davet edişin ve bu uğurda çekilen sıkıntıların adıdır Cihad, insanları, sınıf, zümre, parti ve bütün beşeri hegemonyalardan kurtarıp Allah'ın hâkimiyeti altına gönül rızası ile davet etmenin adıdır Kinsiz, kansız ve mutlu bir Islâm toplumu oluşturmak için gösterilen ihlaslı hareketin adıdır Cihad, her ferdin, kendisini günahlardan arındırıp Allah'a istiğfar etmesi, Allah'a yönelmesi, Allah'a yönelen insanlardan oluşan bir dünya kurması ve bu dünyada kendisi ve insanlar için yalnız Allah'ın hâkimiyetini istemesi ve bunun için devamlı hareket halinde olmasıdır Cihad, eskiden yapılan ve pişmanlık duyulan bütün yanlış işlerin aksini yapma gücüdür Cihad, zimmete geçirilen bütün hakları geri iade edebilmektir Cihad, terkedilen hukukullahı telâfi etmektir Cihad, nefis ve bedendeki her türlü taklıdi terk etmektir Rasûlullah (sas)'ın torunu Hz Hasan der ki: "Adam Allah uğrunda cihad eder Halbuki bir kılıç vurmamış bulunur Sonra Allah uğrunda cihadın hakkı da; hak ve ihlâsa yakın bulunması, haksızlıktan ve kötü niyetlerden gücü yettiği oranda kusur ve ilgisızlıkten uzak bulunmasıdır" Cihad, insanları baskı ve zorlamadan korumak ve kurtarmaktır Zorlama ve baskı olmayan Islâm'a, insanları davet ederek Allah'ın adını yüceltmektir Cihad, herkesi, mensubu olduğu akîdeden zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın kabulü ve yayılışına engel olmak isteyen ve gücünün yettiğine baskı yapan hak düşmanlarının kovulması ve her türlü engelin kaldırılması ile, sağlam kalp ve dosdoğru düşünen bir akıl için belirlenmiş en güzel nizamı, yani Islâm'ı hâkim kılmaktır Cihad, Hz Peygamber (sas)'in yaşayıp tebliğ ettiği Islâm'a yapışarak Allah yolunda kendini ve malını feda etmiş, orta yolu seçmiş, aşırılıktan sakınmış ilâh olarak Allah'ı ve onun hâkimiyetini tanımış, Islâm'ı bütün dinlerin üstünde ve tamamlanmış tek din kabul ederek bu dini müdafaa ve yaşanılır kılmak için çalışmak demektir Bunun için Islâm'da mutlak surette, öldürme, intikam, din değiştirmeye zorlama yoktur Düşmanı yenmek, onun kuvvet ve gücünü bertaraf edip, dinde serbest olarak Allah'ın hükmüne tabi tutmaktır ki, işte Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad şekillerinden birisi de budur Cihad, ne bir savunma savaşı ne düşmana saldırıda bulunup onu imha etme savaşıdır Kıtal ve kan dökme değildir Yahut bir üstünlük ve egemenlik kurarak insanları boyunduruk altına alma savaşı da değildir Insanlarla mücadele ve insanlar arası savaş ilişkilerini anlatan pek çok kelime varken, Islâm bu kelimeleri cihad kavramı yerine kullanmadı Meselâ, harp, kıtal, ezâ kelimeleri cihad kelimesinin yerini tutmamaktadır Islâm niçin eskiden Araplar'ın kullandığı harp vb gibi kelimeleri almadı da yepyeni bir ifade olan cihad tabirini aldı Bunun birinci sebebi, harp tabiri şahsi menfaatler, polemik oyunlar için ateşi sönmeyen, yangını çağlar boyu milletlerin, kabilelerin içinden çıkmayan kıtal anlamında kullanılmıştır Harplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur Harplerde fikir endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze çarpmaz
CİHAD ETVASI
Ezher Şeyhi Tantavi, Yusuf el Kardavi ve Hüseyin Fadlallah ile Kuveyt, S Arabistan, Pakistan ve Mısır müftüleri, Afganistan savaşında ABD'nin yanında yeralmanın haram olduğunu açıkladılar ABD'nin elinde kesin kanıt olmadan bir İslam ülkesini vurmasını kınayan İslam Uleması, bir islam ülkesine saldırı yapması için ABD ile anlaşmanın haram olduğunu açıkladılar Ezher Şeyhi Muhammed Seyyid Tantavi, bir İslam ülkesinin mazlum bir devlete karşı yapılacak bir saldırı için zalim bir ülke ile anlaşmasının dinen ve aklen haram olduğunu söyledi Aksine zalimden intikam alınması için tüm müslümanların mazluma destek için cihada katılmaları gerektiğini açıklayan Tantavi, ABD'ye karşı Afganlıların yanında yer alacaklarını söyledi Kuveyt müftüsü Şeyh Süleyman Bugis, Suudi Arabistan Müftüsü Şeyh Hamud eş-Şuaybi, Pakistan müftüsü Nizammuddin Hamza, Mısır Müftüsü Dr Ferid Vasıl ve daha birçok İslam ülkesinin müftüleri yayımladıkları ortak fetvada, İslam Milletinin "iyilik ve takva" üzerine birleşmesi istenerek, herhangi bir İslam ülkesinin bombalanması için ABD ile anlaşmaya girmemeleri gerektiği açıklandı Dr Yusuf el-Kardavi ve Lübnan şii alimlerden Şeyh Muhammed Hüseyin Fadlallah, ABD'ye yapılacak her yardımın Allah'a, Rasulüne ve tüm müminlere yapılmış bir ihanet olacağını belirttiler Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda cihada çıkın" denilince olduğunuz yere yığılıp kaldınız Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatına razı mı oldunuz? Fakat dünya hayatının zevki ahiretin yanında ancak pek az birşeydir Eğer topluca savaşa katılmazsanız, O sizi acı bir azaba uğratır ve yerinize başka bir kavmi getirir ve siz O'na zerrece bir zarar veremezsiniz Allah'ın herşeye gücü yeter TEVBE/38 -39 Tarih'ten bir kesit: Gül Muhammed ve Molla Abdullah, kimi zaman meyve-sebze, kimi zaman şekerleme türü yiyecekler üzerine seyyar satıcılık yaparak hayatlarını sürdüren biri 40 diğeri 60 yaşlarında iki Afgan müslümanıydı O zamanlar Britanya'nın sömürgesi olan Hindistan'ın Kuzeybatı bölgesinden göç ederek Avustralya'nın Broken Hill kasabasına yerleşmişlerdi 1 Ocak 1915 Cuma günü sabah namazlarını kıldıktan sonra, aileleri ile helalleşerek evlerinden ayrıldılar Çünkü o gün herhangi bir gün değildi, o sabah herhangi bir sabah değildi Çünkü devrin Halifesi, Osmanlı Sultanı Sultan Reşad CİHAD ilan etmişti ve Avustralya da İngilizler'in yanında, Osmanlı'ya karşı savaşmak üzere cepheye asker sevk edecekti Halife'nin CİHAD fermanı dünyanın öbür ucundaki bu iki Afgan'ın imanlı yüreklerine çoktan ulaşmıştı Hazırlıklarını tamamlayan bu iki yiğit Afgan, yanlarına aldıkları mavzerler, Kuran-ı Kerim ve Osmanlı Bayrağı ile kasabanın Tren istasyonuna yakın bir tepedeki kayalık bir yeri kendilerine mevzi edindiler Gün ışırken, tren istasyonu, Çanakkale cephesine gönderilecek Anzak askerlerinin gelişi ile kalabalıklaşmaya başlamıştı Kısa bir müddet sonra, Anzak askerlerini taşıyacak tren istasyona girdi İşte tam bu sırada Gül Muhammed yanlarında getirdikleri Osmanlı bayrağını bulundukları mevzinin yanına dikti ve Allah u Ekber nidaları arasında arkadaşı ile birlikte ateş etmeye başladılar Ellerindeki tüfeklerle istasyona kurşun yağdırıyorlardı İlk şaşkınlığı üzerlerinden atan Anzak askerlerinin de karşılık vermesiyle bu baskın bir çatışmaya dönüşmüş ve yüzlerce Anzak askerinin yoğun ateş altındaki iki mücahid 3 saat boyunca ortalığı savaş alanına çevirmişlerdi Ancak artık mermileri bitmiş ve ateş edemiyorlardı Durumu farkeden Anzak askerleri de ateş etmeyi bırakmıştı Kısa bir sessizlikten sonra, ellerine aldıkları babadan kalma Afgan hançerleri ile Ya Allah diyerek mevziden fırlayan Gül Muhammed ve Molla Abdullah aynı anda başlayan Anzak ateşi ile şehit edildiler Anzaklar, 2 ölü ve 7 yaralı verdikleri bu çatışmadan sonra, mücahidlerin mevzilendikleri yerde, Urduca yazılmış şu notu buldular: "BUNU YAPIYORUZ, ÇÜNKÜ SİZ VATANIMIZA KARŞI SAVAŞIYORSUNUZ" Evet aslında yukarıda bahsi geçen bu olay bir hikaye değil gerçeğin ta kendisidir ki, onlardan geriye kalan mavzerler, Kuran-ı Kerim, Bayrak ve diğer eşyaları hala Sydney'deki Polis müzesinde sergilenmektedir Üzerinde yaşadığımız topraklardan çıkan CİHAD fermanının, binlerce kilometre uzaktaki bu iki garip ve mustazaf gönülde makes bulduğu dönemlerin geride kaldığını biliyorum Ancak yine de Gül Muhammed ve Molla Abdullah'ın uğruna ölümlere gittiği "Müslüman Kardeşleri"nin Torunlarının, onların ülkelerinde esen savaş rüzgarlarını ellerini ovuşturarak seyretmeleri, hatta daha da ötesi akacak kandan çıkar sağlamaya çalışmaları beni rahatsız ediyor Yok Türkiye'nin önemi artmış mış! Yok terörle mücadelede en ön safta yer alınmalıymış! Taliban zaten çağdışı, Afganistanlılar da ilkel bir halkmış falan filan EY BU VATANIN MÜSLÜMAN HALKI!!! ŞUNU BİL Kİ ! AFGANİSTAN'DA AKACAK KAN İLE DEDEN OSMANLI İÇİN GÖZÜNÜ BİLE KIRPMADAN ÖLÜME KOŞAN O YİĞİTLERİN KANI ARASINDA HİÇBİR FARK YOKTUR SENDEN AYNI YİĞİTLİĞİ İSTEMİYORUM AMA HİÇ OLMAZSA YÜREĞİNDE BİR SIZI HİSSET GÜL MUHAMMED VE MOLLA ABDULLAH'IN HATIRINA Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen ALLAH'ın oluncaya kadar onlarla savaşın (Enfâl-39) harplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur Harplerde fikir endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze çarpmaz
BAZI AYETLERDE CİHAD
Maide Suresi: 35Ayet Ey iman edenler, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın, O'nun yolunda cihad edin ki, mutluluğa erebilesiniz Enfal Suresi: 39Ayet Siz de, ortalıkta hiçbir fitne kalmayıp din tamamıyla Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla cihad edin! Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki Allah yaptıklarını görür Enfal Suresi : 65Ayet Ey peygamber, mü'minleri cihada teşvik et! Eğer sizden sabreden yirmi kişi olursa ikiyüz kişinin üstesinden gelir ve eğer sizden yüz kişi olursa o küfredenlerden binini alteder Çünkü onlar, gerçeği kavrayamayan anlayışsız bir topluluktur Enfal Suresi: 74Ayet İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihada gidenlerle onları barındırıp yardıma koşanlar, işte onlardır gerçek mü'minler Onlara bi bağışlama ve bol rızık vardır Enfal Suresi: 75Ayet Sonradan iman edip hicret eden ve sizinle birlikte cihad edenler de sizdendir Akrabalar ise, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar Şüphe yok ki, Allah herşeyi bilir Tevbe Suresi: 19Ayet Yoksa siz, hacılara su temin etmeyi ve Mescid-i Haram'da umreciliği, Allah'a ve ahiret gününe inanıp da Allah yolunda cihad edenin işi gibi mi tuttunuz? Bunlar, Allah katında eşit olmazlar Allah, zalimler güruhunu doğru yola iletmez Tevbe Suresi: 20Ayet İman edip hicret etmiş ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmiş kimseler, Allah katında en büyük dereceye sahiptirler ve işte muradına erenler onlardır Tevbe Suresi: 24Ayet De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, aşiretiniz, ele geçirdiğiniz mallar, kesat gitmesinden korktuğunuz bir ticaret ve hoşunuza giden evler size Allah ve peygamberinden ve onun yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin Allah öyle fasıklar güruhunu doğru yola erdirmez Tevbe Suresi: 41Ayet Gerek hafif, gerekse ağırlıklı, hepiniz istisnasız savaşa çıkın, mallarınızla canlarınızla Allah yolunda cihad ediniz! Eğer bilir takımındansanız, bu sizin için hayırdır Tevbe Suresi: 44Ayet Allah'a ve ahiret gününe imanlı kimseler, mallarıyla ve canlarıyla cihad edeceklerinden senden izin istemezler ve Allah, o takva sahiplerini bilir Tevbe Suresi: 46Ayet Eğer cihada çıkmayı isteselerdi, mutlaka onun için hazırlık görürlerdi, fakat Allah, davranmalarını istemedi de onları alıkoydu ve : "Oturun, oturanlarla beraber!" denildi Tevbe Suresi: 73Ayet Ey şanlı peygamber, kafirlerle ve münafıklarla cihad et, onlara karşı kalın (sert) ol! Onların varacakları yer cehennemdir; ne kötü bir varış yeridir orası! Tevbe Suresi: 81Ayet Arkada kalıp savaşa gitmeyenler, Allah'ın Resulüne karşı koymak üzere, yerlerinde oturup kalmalarına sevindiler, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar ve: "Bu sıcakta sefere çıkmayın!" dediler De ki: "Cehennem ateşi daha sıcak!" Keşke duysalardı! Tevbe Suresi: 83Ayet Bundan böyle Allah seni onlardan bir kısmının yanına döndürür de, başka bir cihada çıkmak için senden izin isterlerse: "Artık siz benimle beraber savaşa çıkmayacaksınız ve hiçbir düşmana karşı benimle birlikte savaşmayacaksınız Daha önce de oturup kalmayı arzu ettiniz, şimdi de geri kalanlarla beraber oturun!" de Tevbe Suresi: 86Ayet " Allah'a iman edin ve Resulü ile beraber cihada gidin!" diye bir sure indirildiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar senden izin istediler ve: "Bırak bizi oturanlarla beraber olalım!" dediler Tevbe Suresi: 88Ayet Fakat Peygamber ve beraberindeki mü'minler, mallarıyla canlarıyla cihad ettiler Bunları görüyor musun? Bütün hayırlar işte onlar içindir ve kurtuluşa erenler de işte onlardır Hacc Suresi: 78Ayet Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin! Sizi O seçti, üzerinize dinde hiçbir zorluk da yükletmedi Haydi babanız İbrahim'in milletine! Bundan önce ve bunda(Kur'an'da) size müslüman adını o Allah verdi ki peygamber size şahid olsun, siz de bütün insanlara şahidler olasınız Şu halde namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sıkı tutunun ki, sahibiniz O'dur Artık O ne güzel bir sahip, ne güzel bir yardımcıdır Furkan Suresi: 52Ayet Madem ki, yalnız seni gönderdik O halde kafirlere uyma ve bununla (Kur'an ile) onlara cihad et, büyük cihad! Ankebut Suresi: 6Ayet cihad eden yalnızca kendi hesabına cihad eder;çünkü Allah, bütün alemlerden müstağnidir Ankebut Suresi: 69Ayet Bizim uğrumuzda cihad edenlere gelince, elbette Biz onlara (Bize ulaştıran) yollarımızı gösteririz Şüphesiz ki Allah, her zaman iyi davrananlarla beraberdir
BAZI HADİSLERDE CİHAD
CİHADA KOŞMAK 869 İbn-i Abbâs radiya'llâhu anhümâ'dan Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in feth-i Mekke günü (îrâd ettiği bir hutbesinde) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Feth (-i Mekke) den sonra (artık Mekke'den Medîne'ye) hicret yoktur (Ba'demâ) Mekke'den yalnız cihad kasdiyle ve tahsîl-i fezâil niyetiyle çıkılabilir Binâenaleyh (devlet tarafından) cihâda da'vet olunduğunuzda hemen icâbet ediniz! Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Resûlu'llâh sall'llâhu aleyhi ve sellem'e: "Amelin hangisi efdâldir?" diye sordular "Allâha ve Resûlüne îmân" buyurdu "Ondan sonra hangisi?" dediler "Allah yolunda cihâd" buyurdu "Ondan sonra da hangisi?" diye sordular "Makbûl (olmuş, içine günah ve riyâ karışmamış) Hac" cevâbını verdi 755 Âişe radiya'llâhu anhâ'dan rivâyet olunduğuna göre, Sıddîka-i müşârün-ileyhâ demiştir ki: Bir kere ben: - Yâ Resûla'llâh biz cihâdı, ibâdetlerin efdali biliyoruz Biz, cihâda iştirâk edemez miyiz? diye sordum Resûlullâh: - Hayır, siz cihâd edemezsiniz Siz kadınlar için efdal-i cihâd, her halde hacc-ı mebrûr olur, buyurdu 1176 Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'ten (şöyle) dediği rivâyet edilmiştir: (Bir kere) Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'e bir er kişi geldi de: - Yâ Resûla'll âh! Bana cihâda muâdil bir ibâdete delâlet buyurulsa! dedi Resûlullâh: - Ben cihad değerinde bir ibâdet bulmuş değilim ki, buyurdu (Ve devâm edip): - (Sana sorarım) gücün yetişir mi ki: mücâhid (sefere) çıktığı sıra sen (de) mescidine girip(o dönünceye kadar) namaz kılasın da hiç usanmıyasın Ve oruç tutasın da hiç iftar etmiyesin? diye sordu O kişi: - Buna kimin gücü yeter ki? diye cevap verdi 1177 Ebû Saîd (-i Hudrî) radiya'llâhu anh'ten şöyle dediği rivâyet olunmuştur: (Bir kere Resûlullâh'a): - Yâ Resûla'llâh! İnsanların hangisi efdaldir? diye soruldu da Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem: - Caniyle, maliyle Allah yolunda cenk eden mü'min, buyurdu - Sonra kim? diye sordular Resûlullâh: - (O da) vâdîlerden bir vâdîde (ihtiyâr-ı uzlet eden) mü'mindir ki, o, Allah'dan korkar da insanları, şerrinden rahat bırakır, buyurdu 1178 Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den, Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet edilmiştir: Allah yolunda (harb eden) mücâhidin benzeri - Allah, kendi yolunda cihâd eden kimse (de ki gâye) yi çok iyi bilir ya - (gündüz) oruç tutan ve (gece) namaz kılan (mü'min) in meselidir Allah, kendi yolunda döğüşen mücâhid için ya onun şehâdeti sûretiyle onu (sorgusuz derhal) Cennet'e koymağı, yâhut mücâhidi sevabla veya ganîmetle berâber sâlimen (meskenine) dönmesini deruhde etti 1179 Yine Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Her kim Allâh'a ve O'nun Resûlüne îmân eder de namaz kılar ve Ramazan'da oruç tutarsa, onu Cennet'e koymak Allah üzerine (sanki) bir hak olur O kimse ister Allah yolunda cihâd etsin, isterse içinde doğduğu toprağında, (evinde) otursun Bunun üzerine Ashâb: Yâ Resûla'llâh! (Bu haberi) halka müjdelemez miyiz? demişlerdi Resûl-i Ekrem (şöyle) söyle (yerek istidrâk eyle) di: - Cennet'te yüz derece vardır ki, Allah onları Allah yolunda cihâd eden mücâhidler için hazırlamıştır İki derece arasındaki mesâfe, gökle yer arasındaki mesâfe gibidir Siz Allah'dan (Cennet) istemek dilediğinizde Ondan Firdevs'i isteyin! O, Cennet'in efdalidir ve Cennet'in en yücesidir Râvî diyor ki: Öyle zannediyorum ki, (Şeyhim Füleyh): "Firdevs'in üstünde Arş-ı Rahmân vardır" demişti Cennet'in ırmakları da Firdevs'ten akar 1180 Enes İbn-i Mâlik radiya'llahu anh'den Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Sabahleyin veya akşamleyin her hangi bir zamanda Allah yolunda bir kere (cihad için) yürüyüş, hiç şüphesiz dünyâdan ve dünyâdaki şeylerin hepsinden hayırlıdır 1181 Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Cennet'te bir arşın kadar (az) bir yer (âlemde) üzerine güneş doğup batan şeylerin hepsinden muhakkak hayırlıdır Yine Resûlullâh: "Sabahleyin veya akşamleyin her hangi bir zamanda Allah yolunda (cihâda çıkıp) yürüyüş, üzerine güneş doğup batan şeylerin hepsinden her vechile hayırlıdır" buyurmuştur.
CİHAD İÇİN AT BESLEMEK 1070 Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: At ırkı bâzı kimseler için mahz-ı sevâbtır; bâzı kimseler için de fakr-ü ihtiyâcına bir perdedir; bâzılarının da boynunda bir vebâldir At kendisi için hayır olan ol kimsedir ki, o, atını Allah yolunda (cihâd için) bağlamıştır; ve atı (nın ayağı) nı da bol otlu geniş bir sâhada veya çayırlıkta uzatmıştır Bu bol otlu geniş bir sâhadan veya çayırlıktan atın bu uzun ipinde iken yediği her ot, at sâhibi için birer hasenedir, iyiliktir Hele bir de atın ipi kopsa da şahlanarak (ön ayaklarını kaldırıp) bir veya iki mil (rakseder gibi) nişât ile koşsa, yerde tırnaklarının bıraktığı izleri ve onun gübreleri de sâhibi için hasenât olur Bir de hayvân (bu arada) bir nehre uğrayıp da o(nun suyu)ndan içerse, -sâhibi sulamak istememiş olsa bile- bu su da sâhibi için hasenât olur Binâenaleyh cihâd için bağlanan bu gazâ atı, sâhibi için büyük bir sevabtır Bir kimse de atını, (onunla kazanmak), halktan müstağnî olmak, iffetini muhâfaza etmek için bağlar da sonra o kimse gerek hayvanlarının üzerindeki Allah hakkı (olan zekâtı) nı, gerek arkalarına tâkatinden fazla yüklememeği unutmazsa, bu at da o kimse için (fakirliğe karşı) bir hâildir Bir kimse de atını öğünmek için, riyâ için, ehl-i İslâm'a husûmet için bağlar (sa) bu hayvân da onun için azîm bir vebâldir Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'e (Ashâb-ı Kirâm tarafından) merkebler (in de feres hükmünde olup olmadıkların) dan soruldu da Resûlullâh: - Her hükmü câmi' bir vecîze olan şu âyetten başka bana (mansûs) bir şey inzâl buyurulmadı, dedi: Her kim küçük zerre vezninde bir hayr işlerse, onu görecek; her kim de küçük zerre mikdârı bir şer işlerse, bu da onu görecek (meâlindeki iki âyetini okudu)
CİHADIN FAZİLETLERİ 1176 Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'ten (şöyle) dediği rivâyet edilmiştir: (Bir kere) Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'e bir er kişi geldi de: - Yâ Resûla'llâh! Bana cihâda muâdil bir ibâdete delâlet buyurulsa! dedi Resûlullâh: - Ben cihad değerinde bir ibâdet bulmuş değilim ki, buyurdu (Ve devâm edip): - (Sana sorarım) gücün yetişir mi ki: mücâhid (sefere) çıktığı sıra sen (de) mescidine girip(o dönünceye kadar) namaz kılasın da hiç usanmıyasın Ve oruç tutasın da hiç iftar etmiyesin? diye sordu O kişi: - Buna kimin gücü yeter ki? diye cevap verdi 1177 Ebû Saîd (-i Hudrî) radiya'llâhu anh'ten şöyle dediği rivâyet olunmuştur: (Bir kere Resûlullâh'a): - Yâ Resûla'llâh! İnsanların hangisi efdaldir? diye soruldu da Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem: - Caniyle, maliyle Allah yolunda cenk eden mü'min, buyurdu - Sonra kim? diye sordular Resûlullâh: - (O da) vâdîlerden bir vâdîde (ihtiyâr-ı uzlet eden) mü'mindir ki, o, Allah'dan korkar da insanları, şerrinden rahat bırakır, buyurdu 1178 Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den, Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet edilmiştir: Allah yolunda (harb eden) mücâhidin benzeri - Allah, kendi yolunda cihâd eden kimse (de ki gâye) yi çok iyi bilir ya - (gündüz) oruç tutan ve (gece) namaz kılan (mü'min) in meselidir Allah, kendi yolunda döğüşen mücâhid için ya onun şehâdeti sûretiyle onu (sorgusuz derhal) Cennet'e koymağı, yâhut mücâhidi sevabla veya ganîmetle berâber sâlimen (meskenine) dönmesini deruhde etti 1180 Enes İbn-i Mâlik radiya'llahu anh'den Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Sabahleyin veya akşamleyin her hangi bir zamanda Allah yolunda bir kere (cihad için) yürüyüş, hiç şüphesiz dünyâdan ve dünyâdaki şeylerin hepsinden hayırlıdır |
|
 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
|
|
|