Sual: Bazıları, bütün ömürlerini Allah’ın varlığını ispat etmekle geçirmekte, (Asıl maksat iman olduğuna göre, Allah’ın varlığını ispat ile uğraşmak, ibadetle, fıkıh ilmi ile meşgul olmaktan daha iyidir) diyerek, her zaman, bitkilerin, insan ve hayvanların anatomisini incelemek suretiyle imanı kuvvetlendirmek gerektiğini söylüyorlar. Allah’a inanan insan için devamlı bunlarla meşgul olmak uygun mudur?
CEVAP
Asla uygun değildir. Allah’a inanan kimsenin, Allah’ın sıfatlarını da bilmesi gerekir. Bilmezse veya yanlış bilirse, Allah’a inanmış sayılmaz. Allahü teâlâya sıfatları ile inanan kimsenin, kendisine gereken ibadet bilgilerini öğrenmesi farz olur. Fıkhı bırakıp da, Allah’ın varlığını ispat ile uğraşması çok yanlıştır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İmanın sermayesi fıkıhtır.) [Deylemi]
(Fıkıh ilmi her Müslümana farzdır.) [İ.Maverdi]
(Dinin temel direği fıkıhtır.) [Beyheki]
Fıkıh ilmi ise, nakli esas alan doğru bir ilmihâl kitabından öğrenilir. Bir Müslümanın, imanını ehl-i sünnet itikadına göre düzelttikten sonra, imanın gereği olan amellerini ilmihâle uygun yapması gerekir. Ayrıca imanını tehlikeye düşürecek iş ve sözlerden de uzak durmalıdır. Çünkü iman ne kadar kıymetli ise, zıddı olan küfür de o kadar kötüdür.
İman bilgilerini anlatan kelam ilmini akıl ve nakil ile ispat edecek ve sapıklara, dinsizlere anlatacak kadar okumak farz-ı ayn olup, bundan fazlasını öğrenmek ancak din âlimlerine gerekir. Başkalarına caiz değildir. Başkaları bu ilimle meşgul olursa, bâtıl yollara kayar, zındık olur.
İslam âlimleri buyuruyor ki:
İlmi kelam ile uğraşıp sapıtmak yanında, büyük günah işlemek hafif kalır. Ehl-i sünnet itikadını iyi öğrenmeden önce, ilmi kelam ile uğraşmanın zararı bilinseydi, kelam ilmi ile uğraşmaktan, aslandan kaçar gibi kaçınılırdı.
(İmam-ı Şafii)
Kelam ilmi ile uğraşan hep şüphe içindedir.
(İmam-ı Ahmed)
Resulullah, Fıkhı teşvik etti. Kelamı men etti.
(Hadika)
Fıkhı öğrenmek her Müslümana farz-ı ayndır.
(İbni Âbidin)
Tasavvuf sayesinde iman sağlamlaşır, şüphe getiren tesirlerle sarsılmaz. Akıl ile, delil ve ispat ile kuvvetlendirilen iman böyle sağlam olmaz.
(İmam-ı Rabbani)
İman bilgilerini, ihtiyaçtan fazla öğrenmek caiz değildir, bid’atlerin yayılmasına sebep olur.
(Hindiyye)
İbni Sakka isimli bir âlim, her şeyi akılla ispata kalkardı. Akla çok önem verirdi. Allah’ın varlığını, birliğini 99 delil ile ispat ederdi. Zamanla aklının almadığı konular da çıktı, şüpheleri arttı, bocalamaya başladı. Nizamiyye Medresesi’nde vaaz eden Yusuf-i Hemedani hazretlerine bir şey sordu. O da (Otur, senin sözünden küfür kokusu geliyor) buyurdu. İstanbul’a elçi olarak gidince, hıristiyan oldu. Hıristiyan olduktan sonra da, 100 delil ile Allah’ın 3 olduğunu ispata kalkıştı.
(F. Hadisiyye)
Bir kimse, Allah’a, ahiret gününe inansa, Peygamberlerden sadece birine inanmasa kâfir olur. Çünkü Allahü teâlâ, kendisine inanmaktan başka, bütün peygamberlere inanmak gerektiğini bildirmiştir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onlar, sana ve senden önce gönderilen kitaplara ve peygamberlere ve ahiret gününe iman ederler.) [Bekara 4]
Peygamber efendimiz, Kur’an-ı kerimi açıklayarak, imanı şu şekilde tarif etmiştir:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe [Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana],
kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Amentü’deki 6 esastan birini inkâr eden kâfir olur. Sadece Allah var demek kâfi değildir. Gayri Müslimlerden de Allah var diyenler çoktur. Mümin olmaları için bütün Peygamberlere inanmaları gerekir. Yahudiler ve Hıristiyanlar, Muhammed aleyhisselama inanmadıkları için kâfir oldular. Bir Müslüman da, Amentü’de bildirilen 6 esastan birini, mesela kaderi inkâr etse, kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur. İman esasları, Allahü teâlânın kesin emridir, olmazsa olmazlardandır. Samimi olanlar, yani akıl, ilim, insaf sahipleri için, Allahü teâlânın emrini, yani iman esaslarını kabul etmekten daha makul, bir şey yoktur. Aksi, şeytanın, cahilliğin, inadın insanı kâfirliğe götürdüğü bâtıl bir yoldur.
Sual: Bir arkadaş, (Hiçbir şey kendiliğinden olamayacağı için Allah’a inanıyorum, ama dinlere, peygamberlere, kitaplara, ahirete inanmıyorum) diyor. Böyle düşünen Allah’a inanmış sayılır mı?
CEVAP
O, kesinlikle Allah’a inanmıyor. Nasreddin Hocanın, (Doğduğuna inanıyorsun da, öldüğüne niye inanmıyorsun) dediği gibi, (Ben öğrenciyim; ama öğretmene, derse, imtihana inanmam) denir mi? Öğrenci ise, öğretmene, derse inanması gerekir. (Ben kanuna inanırım; ama savcıya, mahkemeye inanmam) denir mi? Ortada bir kanun varsa, bunu hazırlayanlar var, onları uygulayan mahkeme var demektir. Samimi olarak Allahü tealaya inanıyorsa, elbette onun emir ve yasaklarına da inanması gerekir.
İstisnalar hariç, bütün fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanlar, bir karıncayı, bir kuşu, bir arpa tanesini yaratamaz. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar. Bir insan bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına dair bir prospektüsünü [tarifesini] de yanına koyar. Yine de anlaşılması zor ise, kullanmasını öğretecek kurslar açar. Bir makine yanlış kullanılırsa elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan cenab-ı Allah da, insan denilen bu muazzam makineyi yaratıp başıboş bırakmamıştır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?) [Müminun 115]
İnsan denilen makinenin de, bir kullanma tarifesi vardır. Bu da Allahü tealanın, peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği kitaplardır. Son Peygamber olan Muhammed aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur’an-ı kerimdir. Kur’an-ı kerim çok veciz olduğu için, Peygamber efendimiz bunu hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. (Allaha inanıyorum) diyenin, onun gönderdiği kitaplara, peygamberlere de inanması gerekir.
Ortada bir eser varsa, bu eseri elbette meydana getiren biri vardır. Bu eserin nasıl kullanılacağını elbette bildirmiştir. Öldükten sonra başına gelecekleri düşünmeyene, kendisini ebedi tehlikeye atana akıllı denebilir mi? Kur’an-ı kerimin çok yerinde, (Düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilmektedir. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Aklı olmayanın dini de yoktur.) [Tirmizi]
(Akıllı kimse, Allah’a ve Peygamberine inanan ve ibadetlerini yapandır.) [İ. Muhber]
(Aklı olan kimse iman eder.) [Beyheki]
Şu halde ben Allah’a inanıyorum diyen akıllı kimsenin, kitaplara ve peygamberlere de iman etmesi ve ibadetlerini yapması, haramlardan kaçması gerekir. İmanın altı şartından birine bile inanmayan iman sahibi olamaz. Ben sadece Allah’a inanıyorum demesi kendini aldatmaktan başka şey değildir.